Ana SayfaÇeviri1973, Köln: Ford Grevleri

1973, Köln: Ford Grevleri

Almanya Köln-Niehl’deki Ford fabrikalarında kötü ücret koşullarına, haksız işten atmalara karşı Ağustos 1973 yılında başlayan ve emek dünyasında güçlü yankı uyandıran grevlere Türkiyeli göçmen işçiler öncülük etmişti. Grev yerli işçilerin desteğiyle daha da büyümüş ancak patron, hükümet, medya ve yetkili sendikanın işbirliği ile hızla kriminalize edilerek emek talep ekseninden çıkarılıp ırksallaştırılmış: Mesele artık üretim bandının hızı değil, Ford içindeki “Türk Sorunu” haline getirilmiştir. Günümüzde de yerli ve göçmen işçilerin ortak mücadele etmesini engellemek için egemenler aynı taktiği izlemektedir. Buna karşı, Göçmen Sendikası Girişimi olarak şanlı Ford grevlerini bugün 50. yılında anmak ve mücadelenin yol göstericiliğiyle göçmen işçilerle dayanışmanın önemini vurgulamak için bu çeviriyi yayınlıyoruz.

Bu makale ilk olarak Alman Antifaschistisches Infoblatt dergisinin, Kış 2003/2004 sayısında yayınlandı. Metin, o tarihten bu yana yaşanan gelişmeler ışığında kimi ufak düzenlemelere maruz bırakıldı.

Bugünden grevin politik analizi – Kısa bir ana hat

Köln Grevinde yaşanan olaylara ve olayın aktörlerine dair somut, net bilgilerin giderek yok olduğunu gözlemlemek güç değil. Tahmin edileceği üzere, Alman-Türk İşgücü Antlaşmasının 40. Yılı dolayısıyla 2001 yılında yapılan kutlamalarda ne devlet ne de bürokratik sendikalar Köln grevine dair herhangi bir anma gerçekleştirdi.

Öte yandan, radikal solun dahi Federal Almanya tarihindeki bu iki önemli olaya dair yürütülen tartışmalara gereken sertlikte katılmadığı açık. İşgücü Antlaşmasının 40. Yılı bağlamında, “Kanak Attack” grubu, Ford Grevi etrafında yaşanan tarihsel olayları, Türkiyeli göçmen işçilerin insanlık onuru adına -yalnızca iş yerinde yaşanabilecek kimi sosyal değişimlerin ötesine geçen bir kavramsallaştırmayla- gerçekleştirdikleri özgüvenli bir direniş olarak açıklamaya girişti. Bu ölçüde, “Kanak Attack’ın” merkezine koyduğu mesele şuydu: Federal Almanya’daki mülteciler için “tarih, hafıza ve anmayı” olanaklı kılan kaynakların erişilebilirliği ve kullanımı.

1973 yılı, Ford Grevinin dışında yaşanan bir diğer gelişme de göz önünde bulundurulduğunda, radikal sol açısından hayli önemliydi. Bu yıl aynı zamanda, Federal Alman Hükümeti tarafından yabancı işçilerin istihdamın yasaklanmasına da tanık olmuştur. Böylece, mültecileri bir “sorun” olarak ele alan ırkçı politikalara yeni bir boyut daha kazandırılmıştı. Ki bu bakış açısı, Ford Grevlerinin dönem medyası tarafından ele alınış biçiminde halihazırda kendisini gösteriyordu.

Grev – Peki gerçekten ne yaşandı?

Köln’deki Ford işçilerinin grevi, Şubat ve Ekim 1973 arasında gerçekleşen ve çoğunluğu otomotiv ve çelik endüstrisinde çalışan yüzlerce emekçinin katıldığı ülke geneli bir korsan grevler [i]dalgası içerisinde gerçekleşmişti. Bu grevlerin büyük bölümü, polis ve fabrika güvenliklerinin iş birliğiyle şiddetli bir şekilde sonlandırılmıştı.

Peki 24-30 Ağustos 1973 tarihleri arasında Köln-Niehl’deki Ford Fabrikasında gerçekleşen grev ne hakkındaydı? 1973 yılına gelindiğinde Türkiyeli işçiler 12,000 kişi ile fabrikadaki işgücünün üçte birini oluşturuyordu. Alman meslektaşlarıyla kıyaslandığında ise hem aldıkları ücretler hem de çalışma koşulları çok daha kötüydü. Türkiyeli işçilerin %90’lık bölümü çalışma bandında görev alırken banttakilerin büyük bölümü ise hayli emek-yoğun olan son aşamada yer almaktaydı. Grevin ilk bakışta sebebi, bu işçilerden 300’ünün tatilden geç geldikleri gerekçesiyle kovulmalarıydı.

Grevden bir hafta önce gerçekleşen çalışan toplantısında Türkiyeli işçiler, kovulan meslektaşlarıyla dayanışma içinde bulunduklarını açıklarken, Alman işçilerin büyük bölümü -içlerinden bir bölümü açıktan- bu karara dair destekleyici bir konum almıştı. Ailelerini 3 hafta görebilmek için bir aylık tatillerinin 10 gününü yolda geçirmesi gereken göçmen işçilerin konumu, Alman işçiler tarafından anlaşılmamış görünüyordu. Buna rağmen, pek istekli olmasalar da greve katılma kararı aldılar. Türkiyeli işçilerin, kovulmalar geri alındığı taktirde, geciken meslektaşlarının işgüçlerini sırtlanmayı kabul etmesinin ardından -ki patronların bu sözden dönmesi pek uzun sürmedi-, 24 Ağustos tarihinde spontane bir şekilde iş durdurmalar ve çalışma alanlarında gösteriler başladı.

Dikkat çekilmesi gereken bir nokta; Batı Almanya’daki emek hareketlerinde sıklıkla gördüğümüzün aksine, işçilerin “evden grev” yapmayı değil fabrika yerleşkesinde bulunmayı seçmesidir. İş durdurmaları takiben açıklanan talepler, kovulmaların geri çevrilmemesinin yükselen bir hoşnutsuzluğun patlama noktası olduğunu gösteriyordu. Göçmen işçiler açısından çalışma koşulları ve ücretler sürekli bir kötüleşme halindeydi. Bu ölçüde talepler arasında şunlar bulunuyordu: kovulmaların iptali, saat başı ücrete 1 Marklık zam, 6 haftalık ücretli izin, üretim bandının yavaşlatılması ve en düşük ücret gruplarının ortadan kaldırılması. Fabrika idaresinin cevabı ise pek de söze yer bırakmıyordu; istifaların gözden geçirilmesi ve tek seferde 280 Mark olmak üzere “gerçekleştirilebilecek” bir yaşam pahalılığı düzenlemesi.  İşçi Konseyi bu teklife kayıtsızlıkla karşılık verdi fakat bir yandan da fabrika yönetimiyle doğrudan gerçekleştirdikleri pazarlıkları 27 Ağustos Pazartesi gününe kadar sürdürdü. Ancak yüzleşmeleri gereken bir gerçek vardı; Türkiyeli işçiler açısından konumlarının hiçbir meşruiyeti kalmamıştı, onlar çoktan grevin kontrolünü ele almış ve kendi sözcülerini belirlemişti. Bu farkındalık, İşçi Konseyini ve IG Metall Sendikasını yeni bir strateji belirlemeye zorladı; artık gelişmekte olan grevi yönlendirmek istemiyorlardı, yalnızca Alman işçileri yanlarına çekip alternatif gösteriler organize etmek yeterliydi. 29 Ağustos Çarşamba günü itibariyle Türkiyeli meslektaşlarıyla direnen yerli işçilerin tamamını geçici personel ve kalfalar oluşturuyordu, plan başarılı olmuştu.

Buna paralel olarak grevin medyada ele alınış biçimi de değişmeye başladı. Başlangıçta medya, grevleri “illegal ama anlaşılabilir” şeklinde özetlerken bu andan itibaren meseleyi ırksallaştıran söylemler giderek yaygınlık kazandı. Artık konu üretim bandının hızı değil, Ford içindeki “Türk Sorunu” olarak okunuyordu. Grevi kriminalize etme noktasında Ford’a en büyük desteği sunan ise SPD (Sosyal Demokrat Parti) yönetimindeki Kuzey Ren-Vestfalya Hükümeti oldu. İçişleri Bakanı Weyer, 29 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, grevcilerin hâlihazırda polisin ve istihbarat örgütü Verfassungsschutz’ün (Federal Anayasa Koruma Teşkilatı) gözetimi altında olduklarını dile getirdi. Bundan daha bir gün öncesinde de Federal Almanya Başbakanı Willy Brandt, eylemcilere “sendikalarının kanatları altına dönmeyi” önermişti. Tüm bunlar ışığında, kamuoyunun desteğini arkasına aldığına inanan fabrika yönetimi bir haftanın ardından grevi şiddetle bastırdı. “Çalışmaya hazır” bir grubun karşı-eyleme geçmesiyle fabrika sahasına girme imkanı bulan polis, ilk olarak greve öncülük eden işçileri tutukladı. Ertesi gün Bild gazetesinin manşeti hazırdı: ALMAN İŞÇİLER FABRİKALARINI GERİ ALMAK İÇİN MÜCADELE ETTİ! Şiddetle bastırılan grevin sonuçları da göçmen işçiler açısından ağırdı: 100’ün üstünde işçi kovulurken yaklaşık 600 işçi de kovulmak yerine “gönüllü istifalarını” içeren bir teklifi kabul etti. İşçi Konseyinin kovulmalara yönelik tepkisi ise sessizlikten ibaretti.

Ford Grevinden geriye kalanlar

Geriye dönüp baktığımızda grevi nasıl anımsıyoruz? Halihazırda Thomas Giefer ve Klaus Baumgarten tarafından 1982 yılında ulusal WDR kanalında yayınlanmak üzere çekilen “Bu iş bırakma planlanmamıştı” filminde, olaya dair pek çok bakış açısı izleyicilere sunulmuştu. Grevciler için yaşananlar her şeyden önce “uzun erimli bir yenilgi” olarak değerlendirilmişti. Dönemin İşçi Konseyi sözcüsü Kuckelkorn ise konseyin grevcilere yeterli desteği sunmadığını itiraf etmekten geri durmuyordu fakat bu özeleştirisinin temeline bir grup ajitatör olarak karakterize edilen grev önderlerine alan açmanın pişmanlığını yerleştiriyordu. Türkiyeli meslektaşlarına açıkça ihanet ettikleri gerçeği ise belli ki bahsedilmeye değer görülmemişti. 2001 Kasım’ında “Avrupa’daki Göçmen Ağının” Köln IG Metall Sendikası ile işbirliği içinde Ford Grevine dair düzenlenen konferans da greve tanıklıkların nasıl sendika perspektifi tarafından bulandırıldığını ortaya koyuyordu. Filmde sunulan bakış açısına benzer şekilde bu etkinlikte de İşçi Konseyinin ve IG Metall’in 1973’teki alçaklığı göz ardı edilmiş, olaya dair hafıza büyük oranda sendikanın perspektifinden üretilmişti.

Grevin asli faili olan Türkiyeli işçilerin bu konferansta yalnızca sınırlı ve marjinal bir söz hakkına sahip olduğu gerçeği bizi makalenin en başındaki soruya tekrar taşıyor. Federal Almanya Cumhuriyetindeki göçmenlerin politik mücadelelerine dair bir hafızayı nasıl örgütleyeceğiz? Bunun bir örneğini ilk cildi 2001 yazında yayımlanan ve büyük ilgiyle karşılanan 3 ciltlik “Alman Kültürel Belleği” kitabında görüyoruz. Bu dev “hafıza mekanları” koleksiyonunda “göç ve yerinden edilmeler” isimli bir bölüme bile şahit olabiliyoruz ama Federal Almanya’daki göçmen emeğinin emaresi yok. Kitap bize etnik açıdan homojen bir kültürel bellek sunarken; değil ülkedeki mültecilerin tarihine yer vermek, bu insanların majör kültür içinde tanınmaya değer izler bırakabileceği fikri bile yazarların akıllarından geçmemiş gözüküyor. Kitabı, federal hükümetin “ulusal bir hafıza kültürü” yaratma çabası içerisine muntazam bir şekilde yerleştirebiliyoruz. Zira hükümet eliyle Berlin’de kurulan SFVV’nin (Yerinden etme, sürgün ve uzlaşma hakkında Belgeleme Merkezi) varlığını da bu çabanın bir temsili olarak görmek mümkün.

Bu duruma karşı ne yapabiliriz?

Devlet ve gündelik ırkçılığa yönelik bir karşı-kültür hamlesi, politik karşı koymalara rağmen kamusal alana taşınması gereken bir kaynak ve aktif politik faaliyet için başlı başına bir saha olarak hafıza, radikal solun lügatına yalnızca son yıllarda dahil oldu fakat önemi hala tam anlamıyla anlaşılmış değil. Bu noktada göçmenlerin Federal Almanya’daki toplumsal ve politik mücadelelerine dair bir hafızanın örgütlenebilmesi, bu hafızanın bugün burada sömürüye ve ırkçılığa karşı verilen mücadeleler içinde seferber edilebilmesi için, Ford Grevinde neler yaşandığının bilinmesi şart. Bunun da ötesinde yine 1970’lerde, Mario d’Andrea ve Wili Hoss etrafında Daimler-Benz fabrikasında örgütlenen “plakat” grubunun faaliyetleri gibi benzer nitelikli fakat unutulmuş olayların da tarihin tozlu sayfaları arasından çıkartılması gerekiyor. (Ki bu olayda da IG Metall kendisinden beklenecek alçaklığı yaptığını söylemenden geçemeyiz.)

Çeviren: Burak Bilgiç

Düzenleyen: Bahriye Meltem Akbaş

Orijinal metin: https://wirwollenalles.substack.com/p/the-1973-wildcat-at-ford-cologne


[i] Metin boyunca korsan grev olarak çevirdiğimiz wildcat strike kavramı, sendikalı işçiler eliyle tabandan örgütlenen fakat sendika yönetimi tarafından onaylanmayan ve desteklenmeyen grevlere işaret etmektedir.

RELATED ARTICLES

Son Eklenenler