Ana SayfaÇeviriCibaliye ve İntifada: Gazze'deki Mülteci Kamplarında Güvencesizliği Güce Dönüştürmek - Ahmed Al...

Cibaliye ve İntifada: Gazze’deki Mülteci Kamplarında Güvencesizliği Güce Dönüştürmek – Ahmed Al Shanti

Filistin mücadelesinde mülteci kamplarının, özellikle de Gazze’deki Cibaliye mülteci kampının rolü yabana atılamaz. Kampın dar sokaklar ve sıkışık binalarla şekillenen fiziksel ortamı, kamp sakinlerinin birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olmalarını, dayanışma, örgütlenme ve direnme kabiliyetlerini derinden etkilemiştir. Bu koşullar aynı zamanda mülteci kamplarını Filistinli direnişçiler için güvenli bir sığınak haline getirmiştir. 2018’de Ahmed Al Shanti tarafından kaleme alınan bu yazıda, Gazze’de devam eden İsrail ablukasının ve apartheid rejiminin Cibaliye mülteci kampında yarattığı mekansal dinamikler ve Filistinli direnişçilerin bu dinamikleri nasıl birer silaha dönüştürdüğü irdeleniyor. Yazı aynı zamanda Gazze’deki birçok işletmenin sahibi olan ve daha yüksek bir yaşam standardı sürdüren burjuva sınıfı ile onlar için çalışan ve çoğu mülteci olan ücretli işçiler arasındaki sınıf çatışmasına da değiniyor. İsrail’in hastaneleri, okulları ve mülteci kamplarını bombalayarak insanlığa karşı işlediği suçlara her gün bir yenisini eklediği bu dönemde, Gazze’nin dar sokaklarında işgale direnen Filistinliler için mülteci kamplarının önemini daha iyi anlamak adına bu çeviriyi paylaşıyoruz.

Büyükbabamın Filistin’deki direniş hakkında anlattığı hikâyeleri dinleyerek büyüdüm. O, yani Ebu Nasır, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) komuta kademesindeydi. İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumları serbest bırakmayı uman Leyla Halid’i ve 1969 ile 1970 yıllarında iki Amerikan ve İsrail uçağını kaçıran grubu eğitti. Ayrıca İsrail ordusuna karşı 1968’deki Al Karama savaşı (İsrail’e karşı ilk Arap askeri zaferi) başta olmak üzere birçok operasyona liderlik etti. Yıllarca savaşı komşu ülkelerden sürdürmesine rağmen, her zaman Filistin için özgürlüğün eninde sonunda içeriden gelmesi gerektiğine inandı. Onun her zaman şöyle dediğini hatırlıyorum: “Güç zayıflıkta yatar.” Özellikle de Trump’ın ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararına Filistinlilerin verdiği zayıf ve etkisiz tepkiden sonra, bir ulusun en zor zamanlarda bile harekete geçebileceğine olan bu sarsılmaz inanç üzerine hala kafa yorulması gerekiyor. Bir keresinde bana, “En zorlu savaşçı ya idealisttir ya da kaybedecek hiçbir şeyi yoktur, biz her ikisiyiz” demişti. 1976’nın sonlarındaki Lübnan savaşından sonra, Filistin halkının kendisinin liderliği ele alması gerektiğini düşünerek siyaset sahnesinden çekildi.

Birinci İntifada (1987-1993) sırasında Beach ve Cibaliye mülteci kampları ve İsrail kontrol noktası. / UNRWA için M. Nasr (FAMSI).

1987’de Gazze ve Batı Şeria tam da bunu yaptı. İnsan hakları, eşitlik ve özgürlük mücadelelerini içeriye doğru kaydırmaya karar verdiler. Gazze’deki Cibaliye mülteci kampı, İntifada’nın doğduğu yer olarak bilinir. Filistinliler ayaklanmakta tereddüt ettiler ve bunu nasıl yapacaklarını bile bilmiyorlardı. Ancak yıkıcı koşullar altında yaşayan insanlar, en basit ve en eski silah olan taşlarla etkili ve basit bir yol buldular. Balata mülteci kampı, Gazze’de başlayan İntifada’ya Batı Şeria’da katılan ilk kamp oldu ve bu da 1993 Oslo Anlaşması’na ve dolayısıyla Filistin Yönetimi’nin (FY) kurulmasına yol açtı. Mülteci kampları çatışmada hala önemli bir role sahip. Herhangi bir ayaklanmaya önemli ölçüde ve tekrar tekrar katılmaları, topraklarını kaybetmiş olmaları ve baskının en büyük yükünü taşımaları nedeniyle aktif mücadele ile kazanacakları en fazla şeye sahip olmalarıyla ilişkilendiriliyor. Mülteci olmayanların bir kısmının ekonomik durumunun nispeten daha iyi olması, barışı korumaları için yeterli bir teselli olabilir. Savaş ve işgale rağmen, Gazze’de 1948’de mülklerini kaybetmeyen Gazze şehrinin asıl sakinlerinden oluşan bir burjuva sınıfı hala varlığını sürdürüyor ve işgalden daha az etkileniyor. Aslında, hala kendi işlerine sahip durumdalar ve onlar için çalışan mültecilerden daha yüksek bir yaşam standardına sahipler. Bu sınıfın kaybedecek daha çok şeyi olduğu için çıkarlarını korumak adına istikrarı tercih edeceğine inanılıyor.

Birinci İntifada (1987-1993) sırasında Beach ve Cibaliye mülteci kampları ve İsrail kontrol noktası. / UNRWA için M. Nasr (FAMSI).

İsrail hükümeti kampların yarattığı potansiyel tehdidin farkındaydı ve 1974 yılında kampları kuşatmaya karar verdi, devrimci potansiyellerini kontrol altına almak için kampları duvarlar ve dikenli tellerle çevreledi.

Filistin’deki zor ekonomik durum, kamp sakinlerini daha yüksek bir yaşam standardına sahip olma umuduyla daha fazla eğitim almaya itti. Böylece, bu kamplarda yaşayan ikinci nesil doktor ve mühendis oldu ve dayanışma içinde kampların altyapısının geliştirilmesine yardımcı olarak onları işlevsel şehirlere dönüştürdü. Mülteci kamplarındaki nüfusun %40’ı 15 yaşın altında (Filistin Merkezi İstatistik Bürosu, 2015) – genç bir güce sahip olan bu kamplardaki topluluklar, insan gücü açısından daha aktif ve dinamik olarak kabul ediliyor. Böyle bir toplum, daha riskli eylemlerde bulunarak İsrail işgaline ve insan hakları ihlallerine karşı direnmeye daha hevesli hale geldi. İsrail hükümeti kampların yarattığı potansiyel tehdidin farkındaydı ve 1974 yılında kampları kuşatmaya karar verdi, devrimci potansiyellerini kontrol altına almak için kampları duvarlar ve dikenli tellerle çevreledi. Buna ek olarak, Gazze şeridi bir bütün olarak İsrail’in 1994 yılında inşa ettiği 60 kilometre uzunluğundaki sınır bariyeriyle çevrilmiş durumda. İsrail bugüne kadar Gazze’nin hava sahasını, kara sınırlarını ve karasularını kontrol etmeyi sürdürdü. Bu engelleme politikalarının sonucu (hareket kısıtlaması, genişleme kısıtlamaları, kampı kuşatma) Filistinlileri 2005 parlamento seçimlerinde aşırı tercihler yapmaya (çoğunluk Hamas’a oy vermeye) itti. Hamas, Gazze’deki mülteci kamplarını (özellikle Cibaliye’yi) kaleleri olarak görüyor; bu kamplar kendilerine sadece maddi destek sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda direniş hareketinin  ön saflarında yer alacak liderleri de yaratıyor.

Birinci İntifada (1987-1993) sırasında Beach ve Cibaliye mülteci kampları ve İsrail kontrol noktası. / UNRWA (FAMSI) için M.Nasr.

Mültecilerin sayısındaki doğal artış, çatışmaların, grevlerin ve sivil hak taleplerinin de artmasına neden oldu. Müzakere görüşmelerinin en sorunlu kısmı her zaman geri dönüş hakkı oldu. Geri dönüş hakkı, 1948 yılında yeni kurulan İsrail devleti tarafından topraklarından ve köylerinden sürülen Filistinli mültecilerin talebi. Mülteciler bu talebin arkasında güçlü bir şekilde duruyor ve herhangi bir Filistin hükümeti liderinin buna karşı çıkmasını siyasi intihar haline getiriyor. Mülteci kampları aynı zamanda Filistinli liderlerin sıkıştıklarında sığınmayı tercih ettikleri alanlar. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Trump’ın ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma planı karşısında çaresiz kaldığında, bu kampların başını çektiği sokağın nabzını tuttu. Onlardan işgale karşı barışçıl halk direnişini yeniden harekete geçirmelerini istedi. Mülteci kampları her zaman Filistinli liderleri kurtarmanın bir yolunu buluyor.

Cibaliye Mülteci Kampının Şekillenmesinde Çevrenin Rolü

Kamp 1948 yılında 35,000 mülteciyle başlamıştı ve günümüzde yaklaşık 120,000 mülteciye ev sahipliği yapacak şekilde genişletildi. Mülteci aileler çoğunlukla Yafa’dan ve Gazze Şeridi çevresindeki köylerden geliyor. Çadırlarla başlayan kamp, 1970’lerin sonunda “SHINKO evlerine” (alüminyumdan yapılmış) ve daha sonra da beton binalara dönüştü. Kamp, Gazze Şeridi’nin kuzeyinde, Cibaliye ve Beit Lahia şehirleri arasında yer almaktadır. Sınırları, İsrail hükümetinin 2005 yılında Gazze’deki tüm Yahudi yerleşimlerini dağıtmasından önce, Şeridin kuzeydoğu köşesindeki iki İsrail yerleşiminin hemen yakınındaydı. Kampın temel özellikleri, bazen sadece bir kişinin sığabileceği genişlikteki dar sokakları, sıkışık binaları ve kamptaki en büyük sorunlardan biri olan ilkel açık kanalizasyonu – kamp sakinleri işgalci güçten bu korkunç yaşam koşullarını iyileştirmesini defalarca ve başarısızlıkla talep etti.

Mülteci kampları Filistin’deki en tutarlı sosyal topluluk olarak kabul ediliyor. Örneğin, cenazeler çok sayıda yas tutanı bir araya getirir ve genellikle birkaç gün sürer. Bu sosyal bütünlük aynı zamanda kamp sakinlerinin genellikle bağlı oldukları başarılı grevlere ve sivil itaatsizlik eylemlerine de yol açıyor. Hem sosyolojik hem de mekânsal perspektiften bakıldığında, mülteci kamplarının kendilerine özgü bir yaşam sanatı olduğu söylenebilir. Cibaliye kampı toplumu, en önemlisi fiziksel çevre olmak üzere pek çok unsur tarafından şekillendiriliyor. Küçük sokaklar daha sıkı, daha sıcak sosyal ilişkiler anlamına gelir. Birbirine yakın binalar bir arada yaşama ve karşılıklı bağımlılık anlamına gelir. Sıkı kontrol edilen sınırlar ise dışarıya karşı genel bir endişe ve hayal kırıklığı anlamına geliyor. Ayrıca sınırlı alan nedeniyle – kamp sadece 1,4 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor – nüfusun genişlemesi yataydan ziyade dikey yönde olmuş. Örneğin insanlar evlenip çocuk sahibi olmaya başladıklarında, mümkünse eşlerinden birinin ebeveynlerinin evinin üzerine yeni bir kat inşa ederek çocuklarını yerleştiriyorlar. Birden fazla neslin aynı binada bir arada yaşamaya başlaması, “önce aile” zihniyetini ortaya çıkarıyor. Tüm bu faktörler topluluğun işleyişinde önemli bir rol oynuyor. Bölge sakinleri daha idealist, yani verilen sözlere inanmıyorlar (Oslo Anlaşması gibi) ve işgali kabul etmiyorlar. Risk almaya istekliler, çünkü kaybedecekleri fazla bir şey yok ve sınırlar onları boğuyor. Ancak bu koşulları kendi avantajlarına nasıl kullanacaklarını da biliyorlar.

1970’lerin başında, kamp sakinlerinin kampın kentsel düzenlemesini kendi yararlarına nasıl kullandıklarını fark eden İsrail ordusu, daha büyük caddelere yer açmak ve binaları birbirinden ayırmak için bazı evleri boşaltmaya ve yıkmaya başladı.

Cibaliye kampının işgale karşı verdiği ilk önemli mücadele, 1956’da Süveyş Krizi sırasında İsrail’in Gazze’yi işgal etmesinin hemen ardından gerçekleşti. İsrail Gazze Şeridi’ni ele geçirdi ve Cibaliye kampının tam ortasına bir askeri üs inşa etti. Direniş, işgale karşı barışçıl yürüyüşlerle başladı. İsrail hükümeti, Filistin bayrağının kullanılmasını ve milli marşın söylenmesini yasaklamıştı, ancak kamp sakinleri hiçbir şeyden geri durmadı; İsrail karşıtı sloganlar atıp Filistin bayraklarını sallarken, ordu umutsuzca onları birbirine benzeyen sokaklarda ve dar geçitlerde kovalamaya çalıştı. 1970’lerin başında, kamp sakinlerinin kampın kentsel düzenlemesini kendi yararlarına nasıl kullandıklarını fark eden İsrail ordusu, daha büyük caddelere yer açmak ve binaları birbirinden ayırmak için bazı evleri boşaltmaya ve yıkmaya başladı. Ancak kamp sakinleri bu uygulamaya karşı ayaklanarak İsrail hükümetini geri adım atmaya zorladı. Ancak 1980’lerin başında gönüllü bir yer değiştirme planı uygulamaya kondu: Cibaliye kampı sakinleri evlerinden ya da arazilerinden vazgeçerlerse, küçük bir ödeme ve Beit Lahia’da bir parsel arazi ile tazmin edileceklerdi. Plan kısmen başarılı oldu ve bazı aileler bu durumdan kaçmak için ayrılmaya karar verdi.

Kamplar işgal güçlerine karşı hem halk hem de askeri düzeyde taktiksel hamleler yaptı. Genellikle Ramallah’ın “Merkez Meydanı” ve Gazze Şehri’nin “Kimliği Bilinmeyen Asker Meydanı” işgale karşı hareketlerin başlatılması için favori yerlerdi. Ancak, genellikle tanınmış kişilerin öncülük ettiği bu protestolar hiçbir zaman nüfusun büyük bölümünü çekemiyordu. Peki mülteci kampının yoksul sakinleri İntifada’yı başlatmayı nasıl başardı? İntifada, Erez kontrol noktasında İsrailli bir kamyon şoförü tarafından dört Filistinli işçinin öldürülmesine bir tepki olarak başladı. İşçiler Cibaliye’dendi. İşçilerden birinin eşi şöyle anlatıyor: “İlk başta bana sadece bacağından yaralandığını söylediler. Ama insanların evimizin önünde toplandığını görünce öldüğünü anladım” (felesteen.ps, 2010). Bu, Cibaliye mülteci kampının İsrail saldırganlığı eylemleri hakkında ne kadar hızlı iletişim kurduğunu ve bunlara ne kadar hızlı tepki verdiğini gösteriyor. Dar sokaklar ve iç içe geçmiş binalar, o dönemde kampta telekomünikasyon altyapısı olmamasına rağmen haberlerin hızla yayılmasını sağladı. Kamp sakinlerinin birkaç dakika içinde 4,000 kişilik spontane bir toplantı organize etmeyi başarması, topluluğun gücüne kanıt teşkil ediyor.

Kampın Coğrafyası Bir Silaha Dönüştü

Birinci İntifada (1987-1993) sırasında Beach ve Cibaliye mülteci kampları ve İsrail kontrol noktası. / Fotoğraflar G. Nehmeh tarafından UNRWA (FAMSI) için çekilmiştir.

Bölge sakinleri bir savaş başlatmaya karar verdiler ama bunu nasıl yapacaklardı? Kamp sakinleri kentsel çevreyi kendi avantajlarına kullanmak için birçok teknik geliştirdi. Yukarıda da belirtildiği gibi, kampın merkezinde öfkeli kalabalığın ana hedefi haline gelen bir İsrail askeri üssü vardı. Kamp sakinleri taşlar, molotof kokteylleri ve boş şişeler fırlattı. İsrailliler onları küçük sokaklarda kovalamamayı zor yoldan öğrenmek zorunda kaldılar – çocuklar İsrail askerlerini dar alanlara çekiyorlardı (askerlere Başbakan Yitzhak Rabin tarafından taş atanların ellerinin kırılması emri verilmişti) ve askerler kapana kısıldıklarında çevredeki binaların tepelerindeki insanlar onlara taş ve çöplerle saldırıyorlardı. Kent sakinlerinin kendi avantajlarına uyarladıkları bir başka kentsel özellik de açık kanalizasyonlardı. Kanalizasyon atıklarını torbalara doldurup askerlerin üzerine atıyorlardı. İsrail askerleri karşılık vermekte zorlandı. Tek tek askerler bölge sakinlerini kovalamakta başarısız olurken, askeri araçları da dar sokaklara giremediği için başarısız oldu.

Bugün mülteci kampları hala birçok Filistinli kaçak için en güvenli saklanma yeri. Coğrafi ve kentsel koşullar (birbirine bağlı evler, dar sokaklar ve rastgele planlama), herhangi bir belediye veya askeri plana entegre edilmemiş ideal saklanma noktaları oluşturuyor. Topluluğun yukarıda bahsedilen bütünlüğü, toplum ve kaçaklar arasında karşılıklı işbirliğine yol açıyor. Ayrıca kamp sakinleri arasında, İsrail güçleri yoğun nüfuslu bölgeleri hedef alarak ağır silahlarla karşılık vereceğinden, kamp içinde asla ateş edilmemesi konusunda ortak bir anlayış vardı. Bu nedenle, siyasi partilerin militanları, savaş zamanlarında yüksek zayiattan kaçınmak için kamptan geri çekiliyor ya da orada saklanabiliyorlardı, ancak sadece silahlı değillerse. Bu anlayış İsrail zihniyetine meydan okudu ve mevcut militanları bahane ederek kampı doğrudan hedef alma bahanelerini ortadan kaldırdı. Saldırgan İsrail ordusuna karşı verilen bu barışçıl mücadele sayesinde kamplar dünyanın sempatisini ve desteğini kazandı.

2017 ve 2018 yıllarında Cibaliye mülteci kampı. / IRIN için Suhair Karam (sağda)

Kampın aşırı yoğunluğu ve binaların kalitesizliği, İsrail ordusu tarafından yapılan herhangi bir bombardımanın ilk hedeflerinden çok daha fazlasına zarar vermesi anlamına geliyor. Bir yapının bombalanması en az dört ya da beş komşu binayı daha etkileyebiliyor.

Kamplardaki binaların kalitesizliği nedeniyle kamp sakinleri, tüm Filistin mülteci kamplarından sorumlu Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) tarafından inşa edilenler gibi daha sağlam yapılara sığınmayı tercih ediyor. Kampın aşırı yoğunluğu ve binaların kalitesizliği, İsrail ordusu tarafından yapılan herhangi bir bombardımanın ilk hedeflerinden çok daha fazlasına zarar vermesi anlamına geliyor. Bir yapının bombalanması en az dört ya da beş komşu binayı daha etkileyebiliyor. Bu nedenle, bölge sakinleri savaş zamanlarında evlerini boşaltma eğiliminde. İnsanlar, Gazze’ye yönelik 2014 savaşı sırasında sığınmak için UNRWA okullarını ve kliniklerini kullandılar. Trajik bir şekilde, İsrail ordusu sivillerin UNRWA kuruluşlarına sığındığını bilmesine rağmen,bu kuruluşları da hedef aldı. Bu saklanma taktiği artık güvenli değil ve bölge sakinleri başka seçeneklere başvurmak zorunda.

Hem Batı Şeria’da hem de Gazze Şeridi’nde mülteci kampları kendilerine belli bir egemenlik alanı yaratmayı başardı. Örneğin, 2015 yılında Cibaliye kampı El Fetih-Hamas çatışmasına karşı ayaklandığında, kamp içindeki pek çok polis, hükümetten ziyade kamp sakinlerine karşı daha yüksek bir sadakat duygusu hissettikleri için eyleme katıldı. Genel olarak, kamp liderleri (ki bunlar genellikle Filistin Yönetimi ya da Hamas’a bağlıdır) oluşturdukları topluluğun Filistin Yönetimi otoritesini görmezden geldiğini fark ettiler. Bu da hükümetin kamp üzerindeki kontrolünün gevşemesi ve devletin kaderinin kamp sakinlerinin eline bırakılması anlamına geliyordu. Mülteci kamplarının kültürel ve çevresel boyutları itibariyle dinamiği, devlet ve kamp arasında bir kimlik ayrımına neden oldu. Filistin Yönetimi, kampların artık birer şehir olduğunu ve ilk göçün 70 yıl önce gerçekleştiğini unutarak kampları hala sadece kamp olarak görüyor. Örneğin, kamplardaki evler resmi olarak gayrimenkul olarak kayıtlı değil. Bu kayıtsız evler ve dar sokaklar, Filistinli mültecilerin yaşamak zorunda olduğu ” süresiz geçici” durumu her dönem vurgulamaya devam edeceğe benziyor.

Durumu Değiştirmeye Yönelik Girişimler

2018’de Cibaliye mülteci kampı. / Tüm fotoğraflar Ihab Obaid’e aittir.

Hamas’ın Gazze Şeridi’ni ele geçirdiği 2006 yılından bu yana, kampları eski haline getirmek ve güvenlerini kazanmak için farklı bir strateji uygulandı. Hamas, örneğin Cibaliye mülteci kampının benzersiz olduğunu ve hassas bir şekilde ele alınması gerektiğini biliyordu. 18 Ocak 2018’de Cibaliye mülteci kampında son derece kötü yaşam koşullarına karşı spontane bir protesto düzenlendi. Ancak Hamas, diğer protestoların aksine bu isyana izin verdi ve hatta katıldı. Cibaliye mülteci kampı birçok Hamas liderinin büyüdüğü yer ve bu liderler tartışmalı siyasi konularda kamp halkının yanında yer alma eğilimindeler. Daha sonra kampların altyapısı iyileştirildi, İsrail hükümetinin daha geniş caddeler açması engellendi, daha yüksek binalar için izinler verildi ve dağınık dükkanlar belirli uygun yerlere yeniden düzenlendi. Kanımca bu önlemler sadece kamp sakinlerinin günlük yaşamını iyileştirmeyi değil, aynı zamanda kampların zihniyetini ve ruhunu da değiştirmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle Cibaliye mülteci kampının “Souk Caddesi” artık yeni işyerleri ve küçük alışveriş merkezleriyle dolu. Bu yeni dükkanların çoğu Hamas tarafından kampa yatırım yapmaya teşvik edilen burjuva Gazzelilere ait. Cibaliye kampı her zaman diken üstünde ve isyan etmek için en ufak bir neden dahi yeterli. Hamas ve UNRWA bu yeni dükkanlar, yeni caddeler ve yeni kliniklerle mülteci zihniyetini daha kentsel ya da “şehirli” bir hale dönüştürmeyi umuyor. Kuşkusuz kampların kentsel dokusu, topluluklarının oluşmasında en büyük rolü oynuyor. Birçok tarafın (UNRWA, Filistin Yönetimi, Hamas, İsrail hükümeti) anladığı üzere, mülteciler kentsel çevrelerini değiştirerek değiştirilebilir. Başarılı olacaklar mı? Ve ne ölçüde? Bunu ancak ileride göreceğiz.

Çeviren: Bala Ulaş Ersay

Düzenleyen: Burak Bilgiç

Bu metin 9 Mart 2018’de The Funambulist Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Orijinal metin: Jabalia & the Intifada: Transforming Precariousness Into Strength In Gaza’s Refugee Camps – THE FUNAMBULIST MAGAZINE

RELATED ARTICLES

Son Eklenenler