Ana SayfaHaber"Nevruz Sınırları Geçince Yabancı Mı Olur?" - Sarvenaz Ahmadi'inin Açık Mektubu

“Nevruz Sınırları Geçince Yabancı Mı Olur?” – Sarvenaz Ahmadi’inin Açık Mektubu

Sarvenaz Ahmadi, İran’da Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesi sonrası başlayan 2022 ayaklanması sırasında işçi aktivisti ve gazeteci olan kocası Kamiyar Fakour ile birlikte tutuklanan bir sosyal hizmet uzmanı ve çocuk hakları aktivistidir. Şu anda tutsak edildiği Evin Hapishanesi’nden İran’daki Afganlara yönelik ırkçılığa karşı çağrıda bulunduğu mektubun çevirisini, çevirmenin sunuşu ile birlikte yayınlıyoruz.

Sunuş

Son yıllarda İran’daki Afganistanlılara karşı ırkçı saldırılar, linçler ve devlet eliyle yapılan baskıcı politikalar paralel bir biçimde artmıştır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre toplamda İran, çeşitli statülerde zorla yerinden edilmiş 4,5 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor ki bunun çoğunu Afganistanlılar oluşturmuştur. Bu sayının gerçekte 5 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyorken, neredeyse 1 milyona yakın kimliksiz Afganistanlı İran’da yaşamaktadır. Bu sayı Taliban’ın iktidara gelmesinden sonraki süreçte hızlı bir yükseliş göstermiştir. İran devletinin aşırı derecede yetersiz ve yabancı düşmanı göç politikaları Afganistanlı mültecilere mal olmuştur. Örneğin, 2023 yılının Ağustos ayında sadece tek bir günde 4500 Afganistanlı mültecinin İran’dan sınır dışı edildiğine dair korkunç haberler var.1 Buna ilaveten, Afganistanlılar sadece belirli illerde resmi olarak ikamet edebilir ve 1984’teki bir yönergeye göre tarım, çobanlık ve inşaat sektörü gibi spesifik, ucuz ve güvencesiz emek gücü gerektiren iş kollarında çalışabilirler. Çocuk işçiler konusunda İran’ın Kerman ilinde yapılan bir araştırmaya göre Kerman ilinde ikamet eden 11 yaş altı çalışan çocukların yüzde 25,4’ü Afganistanlı çocuklar oluşturur. Buna ek olarak Afgan çalışan çocukların %77,8’i hiç okula gitmemiş ve yüzde 61’i okuma yazma bilmiyordur.

Sarvnaz Ahmadi’nin aşağıdaki mektubu İran devletinin Nevruz bayramı sırasında uygulamaya çalıştığı ‘Yabancı Uyrukluları Eğlence Mekanlarından Toplatma’ uygulamasına yönelik bir duruştur. Sarvnaz’ın çağrısı İran yetkililerine değil, topluma ve kendilerini muhalif olarak adlandıran kişi ve gruplara yöneliktir. Üzücü ve utandırıcı olan büyük bir gerçeklik var karşımızda: İran toplumunda özellikle sağcı muhalif gruplar arasında İran milliyetçiliğin bulaştırdığı bir salgın hastalığı mevcut: Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve özellikle Afganistanlı-düşmanlığı. Sarvnaz bu koşullarda adaletsizce hapiste kalmasına rağmen hepimize kapitalizme ve ırkçılığa karşı dayanışarak mücadele etmekten başka bir çaremizin olmadığını hatırlatıyor.

Sarvenaz Ahmadi2’nin Evin Hapishanesinden Açık Mektubu

Arkadaşlar, yoldaşlar, selam! Nevruz’unuz kutlu olsun. Ben Servnaz Ahmadi, sosyal hizmet çalışanı ve çevirmenim. Jin, Jiyan, Azadi hareketinden sonra artık Evin hapishanesinde bir tutukluyum.

Bu mektup, aynı sınırlar içerisinde yaşayan Afganistanlı arkadaşlarımız hakkındadır. Umarım bu mektup, tek taraflı kalmaz ve bir tartışma konusu haline gelir. Çünkü bence yaşadığımız koşullarda ‘yarınlar’ ve ‘olması gereken yarınlar’ hakkında daha fazla ve daha şeffaf bir diyaloğa girmemiz gerekiyor.

Birkaç gün önce Nevruz’un başlamasıyla birlikte Tahran’ın gezinti yerlerinde “izinsiz” yabancı uyrukluların “toplatılma” planının başladığını duydum. Bir süre önce Afganistanlı bir göçmenin dövüldüğü ve aşağılandığı bir videoyu geniş çapta yayıldığını duydum. Bu dönemde sanal ağlarda bir nevi “Afganistanlı karşıtlığı” havasının oluştuğunu defalarca duydum.

Özgür olduğum ve sosyal hizmet uzmanı olarak çalıştığım dönemde yaklaşık 6 yıl boyunca Afganistanlı göçmen arkadaşlarımızı tanıma fırsatım oldu. Benim de Yahya adında bir arkadaşım var. O 12 yaşında. Bir süre önce anneme telefonda okulda başka bir öğrencinin kendisine “Seni toplatacaklar! Artık metroda işe gidemezsiniz!” dediğini anlattı. Kalbi kırılmıştı. Bir şekilde okuldan nefret ediyordu. Bu haberin manşetinin “Afganistanlı” olarak tanımlanmayan bizlerin hayatına değil, Yahya’nın hayatına, gözlerine, resimlerine ulaştığını söylemek istiyorum.

Yahya Nevruz’un ne olduğunu çok iyi biliyor. Yahya ve ailesi, Taliban’ın 2021 yılında iktidara gelmesinden sonra İran’a geldi. 2 yıldır Afganistan’a gitmiyor. Yahya’yı çok özlememe rağmen henüz Nevruz’u tebrik etmek için aramadım. Çünkü “Hanımefendi, sınırı geçen Nevruz yeni bir Nevruz olur mu? Nevruzumuz da bizim gibi yabancı mı? Eğlenmek için bir yere gitmek üzere Nevruzumuz yeterli değil mi?” diye sorarsa ne cevap vereceğimi hâlâ bilmiyorum.

Yarına yönelik konuşmak istediğinizde, şu soruların üzerinde düşünmek önemlidir: İnşa etmeye çalıştığımız gelecekte, “Jina, Jiyan, Azadi” sloganında bahsettiğimiz yaşamı belirli bir azınlığa mı özgü kılmak istiyoruz? Bence, “bu düzeni istemiyoruz, şu düzeni istiyoruz” dediğimizde, var olan düzenin alternatif bir düzende çoğaltılmaması gerektiğini düşünüyorum. Eğer var olan düzen diğerinde herhangi bir şekilde devam ediyorsa, sadece dış görünüşümüzü değiştirmiş oluruz!

Yarınlar hakkında konuştuğumuzda, hâlâ küresel anlamda göçmenleri baskı altında tutan bir kapitalist ekonomi politikası mı istiyoruz? “İranlı/Aryan kimliğinin”, “İranlı/Aryan olmayan” olarak tanımlananları tahakküm altına almak ve aşağılamak için mi kullanılmasına izin vereceğiz, bir grubun ayrıcalıklara sahip olmasına, diğer grubun olmamasına mı?

Bu sınırlar içindeki siyasetin göçmenlere karşı neden her zaman ikircikli davrandığını sormak önemlidir. Neden Afganistanlılar üzerinde her zaman baskı var da bu sınırları terk edecek kadar değil? Benim cevabım şu: Çünkü bu politik ekonomi, projeleri ilerletmek için her dönemde ucuz iş gücüne ihtiyaç duymuştur. Önceki siyasal rejimin yarı bitmiş inşaat projeleri için iş gücünden, mevcut iktidarın kentsel ve konut projelerine “çöpçülere” ve inşaat işçilerine ihtiyaç duyulmuştur.

Bir grubun dil ve lehçesiyle saçma sapan televizyon şovlarında alay edilmesi, “toplatılma” şemalarının yapılması, hareketlerinin belirli yer ve illerle sınırlandırılması ve bunların hepsinin ‘suçludur’ gibi yanlış algılara yol açması gerçekten insani bir muamele midir?

Tüm bu baskılar sürekli olarak Afganistanlıların ikinci sınıf insan olduğunu hatırlatmak ve uyarmak için yapıldığını düşünüyorum. Bu anlayışa göre, bazı hakları olmasa da sorun yok gibi algılanıyor. Örneğin, sıradan işçileri daha fazla çalıştırıp onlara daha az ücret verip herhangi bir prim vermemekte yanlış bir şey yok! O zaman demek lazım ki eğer işsizlik varsa bunun nedeni onlardır! Ancak işsizlerden oluşan bir yedek işgücü ordusunu besleyen, her zaman kapıların arkasında onlara ihtiyaç duyan ekonomik yapı hakkında hiçbir şey söylemeyelim ki geçinmeye yetecek ücretle bir işi olan, eğer iş koşulları hakkında konuşursa ve itiraz ederse derhal başkasıyla değişebileceğinin farkına varsın! Ya da ekonomik sömürülerini haklı çıkarmak için her zaman sosyal açıdan mağdur gruplara ihtiyaç duyan ekonomik sistem hakkında hiçbir şey söylenmesin!

Bütün bu araçlar Afganistanlıları yabancı ve ötekileştirmek için kullanılıyor. Böylece, “art arda gelen savaşlar arasındaki geçici barışların” olduğu bu bölgede, Yahya ile kaderimizi paylaştığımızı ve dayanışma ağlarımızın bunlardan daha büyük olduğunu unutalım diye kullanılıyor. Unutalım ve örneğin işçiysek ve işyerimizde hâlâ bir örgütümüz varsa, 1 Mayıs’ta talebimiz Yahya’nın babasının işten atılması olsun diye bu araçlar kullanılıyor!

Yahya’nın babasının haklarını savunmak için örgütümüzü kullanmak yerine, artık “kendileri düşük ücretle çalışmayı kabul ediyorlar” bahanesinin kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunun yerine, üniversitelerde uzman yetiştiren ancak onlara iş sağlayamayan politikalara itiraz etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu uzmanlaşmış kişilerin işsizliğinin ve parasızlığının şu gibi argümanlarla meşrulaştırıldığını protesto etmemiz gerektiğini düşünüyorum: “Eğer Afganistanlılar olmasaydı, lisans diplomasına sahip kendi İranlı çocuklarımız inşaatımızda çalışmaya istekli olurdu!” Göçmenlerle ilgili yaygın inançlara meydan okumak için iyi bir zaman olduğunu düşünüyorum. Onlarca yıl önce nasıl “şimdi kadın sorunlarını konuşmanın zamanı değil” demek doğru değilse, göçmenlerin acılarını da “önceliğimiz” olarak görmemek doğru değil. Herhangi bir grup insanın acısını ele almanın başka bir gruba göre öncelikli olmadığını düşünüyorum. Artık tüm bunları konuşmanın zamanı geldi. Şu anda grupların ve siyasi cereyanların ırkçı tutumlarına karşı duyarlı olmanın zamanıdır. “Jin, Jiyan, Azadi” sloganıyla yakınlık kuran bir siyasi cereyanı sırf bunun için kabul etmenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Artık sloganların ve genellemelerin ötesine geçmeli, önerilen alternatif düzende yaşamın ve özgürlüğün kimin için olması gerektiğini sorgulamalıyız. Bu, hepsi mi yoksa belirli bir kimliğe dayalı spesifik bir grup mu, yoksa bu alternatif düzende sınırların insanları yeniden bağlaması mı gerekiyor gibi soruları sormalı ve duyarlı olmalıyız.

Bir keresinde, 9 yaşındaki bir çocukla babasının sınır dışı edilmesini engellemek için Asgarabad kampına gitmiştim. Yani, 24 saatten daha kısa süre içinde otobüse bindirilmemeleri ve sığındıkları yerden kaçtıkları yere “geri gönderilmemeleri” için. Heshmat, Taliban’dan sonra İran’a gelmişti ve onu gördüğümde savaş ve şiddet ortamında yaşadığı kaygılardan dolayı kekeliyordu. Kekemeliği henüz yeni yeni iyileşiyordu ki babasıyla birlikte “toplatıldılar”! (Bir insan hakkında ‘toplatılma’ diye bir kelime yazmaktan utanıyorum!) Kampta ona babasıyla birlikte Afganistan’a dönmek mi, yoksa burada “bu hanımefendiyle”, yani benimle mi kalmak istediğini sordular. Heshmat burayı seçti.

O günden sonra aklıma geldikçe 9 yaşındaki Heshmat babasını terk ettiğinde onların topraklarında neler oluyordu diye soruyorum kendime. Sonra bir kadının şöyle bağırdığını hatırlıyorum: “Hanımefendi! Memleketinizdeki görevinizi (işinizi) bırakmak zorunda kalmanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz!” Taciklerin “acıklı göç” diye bir tabiri vardır ve anlamı, zorla, sıkıntı ve acı çekerek yapılan göç türüdür. Herhangi bir yargılamadan önce bu acıklı göçü hatırlamaya çalışıyorum. Bir grubun cinsiyeti, dini, ırkı, etnik kökeni, sınıfı, engelliliği, doğum belgesinin olmayışı vb. nedenleriyle haklarından mahrum bırakılması ne kadar insanlık dışı olursa, bir grubun uyruğu nedeniyle haklarından mahrum bırakılması da o kadar insanlık dışıdır diye düşünüyorum.

Afganistanlılar hakkında, “hepsinin suçlu olduğu” gibi yaygın yanlış kanılara kapılmamamızı rica ediyorum. Hiçbir Afganistanlının suç işleyemeyeceğini söylemek istemiyorum. 6 yaşındaki Afganistanlı kız çocuğu Sitayeş’in İranlı bir erkek tarafından tecavüze uğraması ve ardından öldürülmesi, üzerine asit dökülüp yakılmasından sonra tüm İranlıların tecavüzcü olduğunu söylemediğimizi belirtmek istiyorum. Davranışları milli öze bağlayan bu inançları bir kenara bırakmamız gerektiğini vurgulamak istiyorum. “Bunlar kültürümüze zarar veriyor” diye bir algı daha var. Her kültürün travmatik bir unsuru olabilir. Düzeltilmesi eğitim gerektirir diye düşünüyorum ve bir grup reddedildiği ve dışlandığı sürece diğerleri kadar eğitime erişemeyecek, kendi kültüründen dışlanmamak için kültüründeki zararlı gelenekleri terk etmeye cesaret edemeyecektir. Bazen bazı kişilerin “Ülkelerini Taliban’a verip direnmemeleri kendi suçları” dediğini duydum. Ben onların yerlerinde durduklarını ve hala direndiklerini düşünüyorum. Ben “nerede baskı varsa orada direniş de vardır” diye düşünüyorum. Ancak sorun şu ki direnişler bize gösterilmiyor. Taliban iktidara geldikten sonra o Afganistanlı kadının çığlıklarını bir an olsun hatırlamanızı rica ediyorum: “Biz ölümden korkmuyoruz, biz ölümsüz nesiliz, özgürlüğü yeşertiyoruz.” Bize bir kurtarıcıya ihtiyacımız olduğunu, kendi sorunlarımızı çözemeyeceğimizi, kendi kaderimizi belirleyemeyeceğimizi anlatmak için bize gösterilen yalnızca çaresizliğimiz ve mağduriyetimizdir.

Tarih bize “kurtarıcının aynada olduğunu” göstermiştir. Başka sözde kurtarıcıların ne zaman işlerine gelirse geldiklerini ister büyük kredilerle olsun ister silahlarıyla, işlerine gelmezse gittiklerini ve kimse de onların tutucu grupların iktidara gelmesindeki rolünü yüzlerine vurmamasını göstermiştir. Bu gibi ‘kurtarıcı’ gruplar, “terörizme” bağlı olanın “bu Üçüncü Dünya’nın geri kalmış kültürü” olduğunu ve kendileriyle hiçbir ilgisi olmadığını söyleyen gruplardır. Son olarak, başka yerlerdeki inşa edilen refah düzeninin temel taşı olan bu bölgede yaşayan bizlerin aynı kaderi paylaştığımızı, ellerimizin birbirimizin ellerine yabancı olmadığını ve kimse başkasını köleleştirerek kendini özgürleştiremeyeceğini söylemek istiyorum.

“Afgan çocukları için” şarkılar söyleyen bir oluşumun ve hareketin ufacık üyesi,

Servnaz Ahmadi

24 Mart 2024

Evin Hapishanesi, Tahran


Çeviri: Mihri Roodi

  1. https://www.infomigrants.net/prs/post/50777 ↩︎
  2. Sarvnaz Ahmadi, İran’daki 2022 ayaklanması sırasında işçi aktivisti ve gazeteci olan kocası Kamiyar Fakour ile birlikte tutuklanan bir sosyal hizmet uzmanı ve çocuk hakları aktivistidir. Ahmadi özellikle Afganistanlı çocuklarla çalışmıştır. Ayrıca Silvia Federici’nin Sıfır Noktasında Devrim: Ev İşi, Yeniden Üretim ve Feminist Mücadele adlı kitabının Farsça çevirmenidir.  ↩︎
RELATED ARTICLES

Son Eklenenler